Sherlock Holmes 159 Yaşında, Hala Hayatta ve Gayet Sağlıklı
- Fulya Turhan

- 9 Oca 2023
- 20 dakikada okunur
My dear Sherlock Holmes… İyi ki doğdun!
Edebiyat dünyasının sınırlarını aşan, tiyatroyu, sinemayı ve televizyonu fetheden, dünyanın en ikonik kurgusal dedektifi Sherlock Holmes ile ilgili ayrıntılı bir yazı bekliyor sizi...

İlk hikayesi Kızıl Soruşturma 136 sene önce yayımlandı. O zamandan bu yana da etki alanını asla kaybetmedi. Bugün hala Benoit Blanc (detaylı bir Knives Out yazısında değineceğim) gibi karakterlerin şekillenmesinde rol oynuyor. Peki nasıl ve neden?

Aslında önce biraz bugünden bahsetmek istiyorum. Holmes’ün doğum günü tüm dünyadaki hayranları tarafından 6 Ocak’ta kutlanıyor. Peki ünlü dedektifin doğum günü neden 6 Ocak 1854 olarak kabul ediliyor? Holmes duymasın, somut gerçeklere dayanmayan bazı teoriler var bununla ilgili.
Holmes kanonunda, dedektifin yaşına dair herhangi bir bilginin paylaşıldığı tek hikaye, kanonun son hikayesi olan His Last Bow'dur. Holmes 60 yaşında, uzun boylu, zayıf bir İrlandalı-Amerikalı olarak tasvir edilir. Ne var ki bu hikayede Holmes aslında kılık değiştirmiştir.

Holmes, 1914’te 60 yaşında ise 1854 doğumlu olmalı… Kabul edilebilir. Peki neden 6 Ocak? Teorilerden biri, 1934’te Bakers Street Irregulars topluluğunu kuran Christopher Morley’ye ait. Bakers Street Irregulars’ın ilk toplantılarından birinde Morley, Holmes'ün Noel'in 12. gününde (6 Ocak) doğduğunu iddia eder çünkü Sherlock Holmes, kanonda iki defa Shakespeare'in Onikinci Gece adlı oyununa atıfta bulunur.
Evet, Sherlock Holmes 159 yaşında. Bugün hala hayatta ve son derece sağlıklı. Uzun yıllar televizyonda Holmes’e hayat veren Jeremy Brett, dedektifin 100. yaşını kutlamak için yazılan ve kendisinin yine Holmes'ü canlandırdığı tiyatro oyunuyla ilgili konuşurken şöyle söylemiş: "Gerçekte hiç var olmamış birinin doğum gününü kutluyor olmak olağanüstü bir şey." Sanırım bugün burada hepimiz usta oyuncunun hislerini paylaşıyoruz.

Evet, Holmes hikayeleri polisiye edebiyat için önemli bir milat elbette, ancak "ilk" diyemeyiz bu hikayeler için. Holmes’ten yaklaşık 50 sene önce, usta Edgar Allan Poe’nun Dupin’i var örneğin, ya da Emile Gaboriau’nun Mösyö Lecoq’u. Bugün, Lecoq hafızalardan neredeyse silinmiş durumda. Poe hikayeleri polisiye için bir model olarak kabul ediliyor olsa da Dupin karakteri neredeyse unutuldu.
Neredeyse tüm dillere çevirilen Holmes hikayelerinin ise baskısı hiç tükenmedi. Holmes 220’den fazla filme konu oldu, 75 farklı aktör tarafından canlandırıldı. Bugün dünyanın her köşesinde dedektifi ve hikayelerini yaşatmaya adanmış 300’den fazla topluluk var.
Sherlock Holmes hikayeleri, yazarı öldükten sonra ünlü olan eserlerden değil. Sir Arthur Conan Doyle, eserinin sağladığı maddi ve manevi tüm ayrıcalıkları tadabilme şerefine nail oldu. Ve bu şerefi ona ilk bahşeden de 19. yüzyıl Kraliçe Viktorya dönemi Londra’sının sakinleriydi.

Bu nedenle, Holmes'ün tükenmek bilmez cazibesinin ve bugüne ve geleceğe uzanan etkisinin altında yatanları araştırmaya bu dönemden başlamak gerekir diye düşünüyorum.
Evet, Sir Arthur Conan Doyle, 22 Mayıs 1859’da İskoçya’nın Edinburgh kentinde dünyaya geldi. 1876 - 1881 yılları arasında Edinburgh’da tıp okuduğu sırada gözlem ve akıl yürütme becerileriyle meslektaşlarını ve öğrencilerini etkisi altına alan Dr. Joseph Bell’le tanıştı ve Sherlock Holmes’e ilham verecek olan Dr. Bell’in yeteneklerini yakından gözlemleme fırsatı buldu.
Doyle, 1882’de Plymouth kentinde bir muayenehane açtı. Ne yazık ki Doyle’un doktorluk kariyeri çok iyi gitmiyordu. Bunu avantaja çevirerek hastalarını beklerken hikayeler yazmaya, edebiyata daha fazla zaman ayırmaya başladı ve ilk önemli eseri Kızıl Soruşturma’yı kaleme aldı.
Conan Doyle kitabına bir yayıncı bulmak için epey çabaladıktan sonra öykü nihayetinde 1887 tarihli Beeton’s Christmas Annual isimli dergide yayımlandı ve böylece dünya Sherlock Holmes’le tanışmış oldu.

1820 – 1914 yılları arasına karşılık gelen ve Kraliçe Victoria’nın hükümdarlık devrini de kapsayan Victoria Dönemi’nde Britanya İmparatorluğu dünyanın öncü gücü konumundaydı. Sanayi devrimi başlamış, teknoloji, bilim, ticaret ve sanat patlama noktasına gelmişti.
Londra o dönemlerde sadece Britanya imparatorluğunun merkezi değil, bilinen dünyanın en medeni şehriydi ve aynı zamanda Endüstri Devrimi nedeniyle en çok değişime uğrayan kentlerden biriydi. 1881 yılında nüfusun üçte ikisi artık kent yaşamını benimsemişti.
Aşırı kalabalık kent mekanı ve hayat koşullarının gerçekleri toplumun farklı kesimlerinde farklı endişelere yol açtı. Sahip olduklarını korumaya büyük özen gösteren burjuva sınıfı mal mülk hırsızlıklarından ve organize suçlardan rahatsızdı.
Şehrin doğu yakasında yoğunlaşmış yoksul halk ise sağlık problemleriyle boğuşuyordu. Fuhuş, uyuşturucu ve cinayet olağan şeylerdi fakat suçun sıradanlığı, kanıksandığı anlamına gelmiyordu. Victoria Dönemi halkı değişen dünyadan ve bu suçlardan korkuyordu.
“…Londra’ya, imparatorluğun tüm aylakları ile avarelerinin kaçınılmaz olarak toplandığı o büyük lağıma yöneldim.”
John Watson, Kızıl Soruşturma
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, 1888 yılında Londra sakinlerine, özellikle de bu doğu yakasında yaşayan yoksul halka daha büyük korkular salan bir olay medyana geldi. Kimliği belirsiz bir seri katil, Londra sokaklarında geziyor ve genç kadınları avlıyordu.
Bu kadınlar fahişeydi. Londralıların deyimiyle bu "sokak kızları"na karşı zaten saldırılar oluyordu ve bunlar basında yer almıyordu. Ama bu cinayetler farklıydı, katil onları öldürmekle kalmıyor, vücutlarını adeta bir kasap gibi keserek organlarını çıkarıyordu.

Polise ve gazetelere yolladığı onlarca mektuptan birinde kendisine Karındeşen Jack adını takan bu katil, insan anatomisine aşina biri olabilirdi yani, belki de bir cerrahtı. Bu ihtimal daha da korkunçtu çünkü katilin bir bilim insanı olabileceği anlamına geliyordu.
Katilin kimliği teorilerden öteye gidemedi. Katliamlar bir süre sonra son bulsa da Londra halkının huzursuzluğu dinmemişti. Çünkü katil yakalanıp adalete teslim edilememişti. Peki Londra’nın bir polis teşkilatı yok muydu? Aslında vardı ancak düzeni sağlamakta yetersiz kalıyordu.
1829 yılında ilk modern polis teşkilatı olan Metropolitan Polis Teşkilatı kurulmuştu. Doyle’un dünyaya geldiği sene, 1859’da, İngiltere’de 200 civarında polis merkezi bulunuyordu. Ancak bu merkezler fazlasıyla bürokratizeydi. Bazıları hala kraliyetin maşası olarak görülüyordu.
Holmes hikayelerinde de resmedildiği gibi polisler iyi niyetli ama zora gelemeyen ve çoğu zaman da başarısız memurlar olarak görülüyorlardı. Karındeşen Jack’in kim olduğunu bulamamışları, olaya herhangi bir açıklama getirememişleri, her daim katilin birkaç adım gerisindelerdi.

O sıralarda bu seri katilin kimliğiyle ilgili birçok teori vardı. İşin ilginci şu ki, toplumun bazı kesimlerinde şöyle bir dedikodu dolaşıyordu. Onlara göre Sherlock Holmes, Karındeşen Jack’in kim olduğunu bulmuştu. Ancak bu kişi, kimliği teşhir edilemeyecek kadar önemli biriydi.
O yüzden Karındeşen Jack'in gerçek kimliği gizli kalmalıydı. Bunun için Holmes’e kızmıyorlardı çünkü kendisi Viktoryen bir centilmen olarak ne gerekiyorsa onu yapardı. Sherlock Holmes böyle yapmayı seçtiyse mutlaka bir bildiği olmalıydı.
Sherlock Holmes onlar için o kadar gerçek bir karakterdi ki, gözleriyle gördükleri polislerden çok, bir dergide okudukları hayali bir dedektifin hayali icraatlarına inanmayı tercih ediyorlardı. Çünkü adaleti ve düzeni yeniden sağlayabilecek birine ihtiyaç duyuyorlardı.
Bunu, akılcılığı ve bilimi kullanarak yapan karizmatik bir karakterle karşılaşınca etkisinden çıkamamışlardı. Holmes zamanıyla ve mekanıyla çok iyi örtüşen bir karakterdi. Okurları, bu karmaşık ve değişken dünyanın zorluklarına meydan okuyabilmeleri için yüreklendiriyordu.
Bohemya’da Skandal, Temmuz 1891’de Strand Dergisi'nde yayımlandığında sansasyon yaratmıştı ve Conan Doyle büyük bir üne kavuşmuştu. Strand dergisinin tarihini yazan bir araştırmacı, Conan Doyle isminin derginin kapağına yer almasının tirajı 100.000 artırdığını tahmin ediyordu.

Doyle ise aslında Sherlock Holmes'ün popülaritesinden memnun değildi. Zamanını daha “önemli” şeylere (Sir Walter Scott gibi tarih romanları yazmak) ayırabilmek istiyordu. 1891'in Kasım ayında, annesine yazdığı mektupta Holmes’ten sıkıldığını, onu öldürmeyi düşündüğünü söyledi.
Mary Doyle, oğlunu bir süreliğine bu kararından vazgeçirmeyi başardı. Fakat Arthur Conan Doyle, Aralık 1893’te Holmes’ü baş düşmanı Professor Moriarty’yle karşı karşıya getirdi. Son Muamma isimli hikâyede Holmes ve Moriarty, Reichenbach Şelaleleri’nden düşerek gözden kayboldu.
“Holmes’ü öldürmeyi düşünüyorum. Aklımdan onu sonsuza dek yok etmek geçiyor.”
Conan Doyle’un annesine yazdığı Kasım 1891 tarihli mektuptan
Doyle, gölgesi altında kaldığını düşündüğü karakterini öldürmeyi seçti. Bu durum Londralıları dehşete düşürmüştü. Hiç kimse, hatta belki Doyle bile böylesine bir tepki beklemiyordu. Okurlardan “Zalimin tekisin!” ya da "Canavarsın!" gibi ifadeler içeren mektuplar almıştı. Strand Dergisi 20.000 üyesini kaybetmiş ve iflasın eşiğine gelmişti. Derginin çalışanları yıllar boyunca Holmes’ün ölümünden “o korkunç hadise” diye bahsetti. Amerikalılar Holmes’ü yaşatalım kulüpleri kurmuşlardı.

Londralı halk şapkalarının üzerine matem tülleri iliştirip siyah kol bantları takıyor; evde, sokakta, iş yerinde Holmes’ün yasını tutuyordu. Bu kadar reel matem ritüellerini, hiç yaşamamış kurgusal bir karakter için gerçekleştirmeleri işin boyutunu gözler önüne seriyor. Günümüze baktığımızda bu tepkiler olağan gelebilir ancak 1893 için öyle değildi. Daha önce hiçbir kurgusal karakterle böylesine derin bir ilişki kurmamıştı okurlar. Dickens ya da Wilde'ın romanını beğenmediyseniz, okuduklarınızla yetinirdiniz ya da yeni eserlerini beklerdiniz.
Doyle ise büyük ve "ciddi" bir yazar olmak istiyordu. Oysa ki edebiyat tarihine tamamen yeni ve eşsiz bir şey bahşetmişti. Bunu küçük görmektense Holmes'e sarılsaydı, belki polisiye edebiyat yıllar boyunca edebiyatın üvey evladı durumuna düşmeyecekti. Bu dönemde çeşitli zorluklar yaşayan Conan Doyle, Reichenbach Şelaleleri’nde gerçekleşen trajediden on yıl sonra, 1903'te Boş Ev Macerası’nı kaleme aldı. Holmes’ün aslında ölmediğini, Moriarty’den kurtulmak için saklandığını açıkladı. Holmes maceraları 1927'ye kadar devam etti.
Sherlock Holmes Kimdir, Yöntemleri Nelerdir?
“İmkânsızı elediğinizde geriye kalan şey, ne kadar olasılık dışı görünürse görünsün, gerçek olmalıdır.”
Sherlock Holmes, Dörtlerin İşareti
İlk Sherlock Holmes macerası Kızıl Soruşturma’da Holmes, Doktor Watson’a mesleğinin “danışman dedektif” olduğunu açıklar. Dönemin Londra’sında, Scotland Yard Polis Teşkilatı’nda görev yapan birçok dedektif vardır elbette fakat Sherlock Holmes gerçekten de tüm bu dedektiflerin içinden çıkamadıkları bir vakayla ilgili başvurdukları kişidir. Tabii Holmes’e danışanlar, resmi dedektiflerle sınırlı değildir. Toplumun her kesiminden kişiler, içine düştükleri müşkül durumdan kurtulmak için Holmes’e başvurur. Holmes’ün başarıya ulaşacağı kesindir çünkü ünlü dedektif tüm hayatını suçları aydınlatmaya adamış ve mesleğini layığıyla icra edebilmek için kendine has yöntemler geliştirmiştir.
Sherlock Holmes, günlük gazeteleri mutlaka takip eder, İngiltere’de ve mümkünse dünyanın geri kalanında olan bitenden haberdar olmaya çalışır. Suça ve suçlulara ilişkin her şeye dair tuttuğu notlar vardır. Kendi vakalarıyla ilgili notlarını da titizlikle muhafaza eder. Kuvvetli bir hafızası vardır; bildiği, öğrendiği ve tecrübe ettiği şeylere inanır. Aslında tam olarak da bu nedenle bilmesi gereken şeyleri özenle seçer. Beynini, mesleğinde ona faydalı olacak şeylerle doldurur. Kızıl Soruşturma’da Sherlock Holmes dünyanın güneş etrafında döndüğünü bilmediğini, umursamadığını söyler çünkü böyle bir bilginin, mesleğiyle herhangi bir ilgisi yoktur.
Holmes, zihnimizin belirli bir kapasiteye sahip olduğuna inanır. İşe yaramayacak şeyleri beyinde depolamanın, işe yarayacak bilgileri öğrenmeye engel olduğunu düşünür. Holmes, özellikle ilk hikayelerde, bu “beyin-tavan arası” teorisini savunur fakat sonraki hikayelerde, Korku Vadisi’nde örneğin, “Bir dedektif için her türlü bilgi yararlıdır,” der. Ünlü dedektif, kendisiyle çelişiyor gibi görünse de Conan Doyle buna mantıklı bir açıklama getirir ve 1912’de yazdığı bir mektupta, “İlk hikâyede, yani Kızıl Soruşturmada, Holmes sadece bir hesap makinesiydi fakat hikayelere devam ettikçe Holmes’ü daha eğitimli bir bireye dönüştürme kararı aldım,” açıklamasında bulunur.

Holmes’ün bilgiyi elde etmeye dair de özel yöntemleri vardır; dedektifin soruşturma teknikleri büyük ölçüde elle tutulur kanıtlara yaslanır. Olay mahallindeki bot izlerini, tekerlek izlerini dikkatle inceler ve meydana gelen olayları gözünde canlandırmaya çalışır. Suçluları tespit etmek için tütün küllerinden ve sigara izmaritlerinden faydalanır. El yazılarını analiz eder ve böylece bir dolandırıcılığı ifşa eder. Barut kalıntılarını ya da insan kalıntılarını inceleyerek katilleri gün yüzüne çıkarır.
Sherlock Holmes’ün izini sürdüğü kanıtların çoğu boyut olarak küçüktür o nedenle dedektif olay yerindeyken mutlaka bir büyüteç, evinde araştırmalarını yaparken de optik bir mikroskop kullanır. Bunun yanı sıra 221B kapı numaralı evinde analitik kimya ve balistik deneylerine, özellikle de zehirleri tespit etmek için toksikoloji deneylerine başvurur. Sherlock Holmes tüm bunların yanında çok iyi bir şifre çözme uzmanıdır. Bu konuda küçük bir monografi de kaleme alıp yüz altmış farklı şifreyi incelemiştir.
Sherlock Holmes’ün sihrini ortaya koyduğu ve tüm dedektiflerden ayrıştığı nokta ise tüm bu birikimlerini gözlem ve çıkarım yapma yetisiyle birleştirmesidir. Holmes, müşterilerinin ve şüphelilerin tavırlarını ve kıyafetlerini, duygu durumlarını ve fiziksel vaziyetlerini dikkatle gözlemler. Koldaki bir dövme, botlardaki çamur izi, eldeki mürekkep lekesi gibi belirleyici işaretleri not eder, önemsiz gibi görünen her şeyi inceler ve tüm bunlardan bir sonuca ulaşır. Bir polis dedektifinin yıpranmış bir halı gördüğü yerde Sherlock Holmes gizli bir kapının izlerini görür.
Sherlock Holmes ve Doktor Watson
“Nasılsınız?” diye sordu Holmes. “Görüyorum ki Afganistan’da bulunmuşsunuz.”
Kızıl Soruşturma
Sherlock Holmes hikayelerinden önceki hayatına dair vakıf olduğumuz sınırlı bilgilere göre John H. Watson 1851 ya da 1852 yılında doğar. Spora ve fiziksel aktivitelere karşı büyük ilgisi olan Watson, gençliğin iyi bir Rugby oyuncusu olarak geçirir. Tıp eğitimini tamamlandıktan sonra yardımcı cerrah olarak Northumberland birliklerine gönderilir. Bu sırada ikinci Afgan savaşı patlak verir. Maiwand muharebesine katılan Watson bir jezail kurşunuyla omzundan yaralanır. Cesur bir emir erinin yardımıyla askeri hastaneye götürülen Watson burada tifoya yakalanır. Sağlığına tamamen kavuştuktan sonra 1880 sonları ve 1881 başlarında İngiltere’ye geri döner ve Strand’de bir otel odasında kalmaya başlar. Watson burada bir süre yaşadıktan sonra zaten cüzi bir miktara tekabül eden aylığını idareli kullanmazsa sıkıntı yaşayacağını düşünür ve bir eve çıkmaya karar verir.
Tıpkı Watson gibi, gençliğine dair kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz büyük dedektif de benzer bir durumdadır. Sherlock Holmes üniversitede geçen iki yılın ardından Londra’ya dönmüş ve Montague Sokağı’nda kendisine bir ev tutmuştur. Burada bir süre çalışmalarına ve araştırmalarına devam ettikten sonra 1881 yılında yeni bir eve taşınmaya karar verir. Baker Sokağı’nda 221B kapı numaralı çok güzel bir ev bulmuştur fakat ekonomik durumu evi biriyle paylaşmasını zorunlu kılar. Holmes’ün bir ev arkadaşı aradığını bilen ve St. Bartholomew Hastanes’inde çalışan arkadaşı Stamford, Doktor Watson’ın da eski bir arkadaşıdır. Watson’la ünlü Criterion Bar’da karşılaşan Stamford, Holmes ve Watson’ı bir araya getirir ve ikili böylece Baker Sokağı’ndaki 221B kapı numaralı evi paylaşmaya başlar.

Holmes’ün Watson’a, eğer yapacak daha iyi bir işi yoksa 221B Baker Sokağı’nda yürüttüğü ilk soruşturmada kendisine eşlik edebileceğini söylemesiyle Holmes ve Watson dostluğunun ilk tohumları atılır. Watson’ın Holmes hikayelerinin anlatıcısı konumuna gelmesiyse bu soruşturmanın sonlarına denk gelir. Vaka çözüldüğünde Watson Holmes’e, “Bu davanın ayrıntılarını yazıp yayımlamalısınız. Siz yapmazsanız, sizin adınıza ben yapacağım,” der. Holmes’ün buna, “istediğinizi yapabilirsiniz,” cevabını vermesiyle Kızıl Soruşturma Doktor John H. Watson’ın anlatısıyla başlar.
John Watson polisiye edebiyatta yardımcı dedektif olarak adlandırabileceğimiz “sidekick” karakterinin ilk prototiplerinden biridir. Holmes hakkında bildiğimiz neredeyse her şeyi Watson’ın gözünden öğreniriz. Yardımcı dedektif, kahramanımızın dostu olarak karşımıza çıkar ve her daim kahramana yolculuğunda eşlik eder. Dedektifin tuhaf huylarına, uzun ve karmaşık açıklamalarına ve hatta bazen aşağılamalarına maruz kalır. Ancak önemli olan şudur ki yardımcı dedektif, kahramana ne kadar maruz kalırsa bizler de okur olarak kahraman hakkında o kadar bilgi sahibi olabiliriz. Watson, Holmes’ün sadık dostudur ama aynı zamanda da hikayelerin anlatıcısıdır ve Holmes’ün bir anlamda biyografisini kaleme alır. Watson, okurun Holmes hakkında ne düşündüğünü yönetir, okurun Holmes’ü ve Holmes’ün yeteneklerini ne ölçüde ve nasıl anlayabileceklerine karar verir. Hangi hikayelerin ve karakterlerin anlatılacağı, Holmes’ün hangi söylemlerinin ve eylemlerinin okura aktarılacağı Watson’ın elindedir.
Sherlock Holmes ve Irene Adler
“Sherlock Holmes ondan hep “kadın” diye bahseder.”
John Watson, Bohemya’da Skandal
Sherlock Holmes kanonunda sadece bir hikâyede karşımıza çıkmasına rağmen en hatırda kalan karakterler arasında yerini alır Irene Adler. Holmes hikayelerinde okuduğumuz kadınların arasında ise epey farklı bir yerde konumlanır.
Irene Adler 1858’de New Jersey’de doğar. İtalya'nın Milano kentinde bulunan ünlü La Scala operasında kontralto olarak ses sanatçılığı kariyerine başlar ve bir dönem Varşova’daki Imperial Opera’da primadonna olarak görev yapar. Muhteşem sesiyle inanılmaz bir kariyere imza aran Irene Adler, 20’li yaşlarının sonlarında emekli olur ve Londra’ya yerleşir.
Bohemya’da Skandal hikayesinde, Bohemya Kralı Wilhelm von Ormstein, Irene Adler’in elinde olan ve kralın geleceği için bir tehdit oluşturan bir fotoğrafını ele geçirebilmek için Sherlock Holmes’e başvurur. Bohemya Kralı’nın söylediğine göre Adler’ın çelikten bir ruhu vardır. Dünyanın en güzel kadınının yüzüne ve dünyanın en kararlı erkeğinin zihnine sahiptir. Vakayla ilgili gerekli bilgileri elde ettikten sonra Sherlock Holmes özellikle de kılık değiştirme konusundaki ustalığını kullanarak Irene Adler hakkında bilgi toplar. Adler, yaşadığı yerin civarındaki tüm adamların başını döndürecek bir güzelliğe sahiptir. Herkes onun bu gezegende yaşayan en nefis kadın olduğu görüşündedir.

Sadece bu da değil, Irene Adler keskin bir zekaya ve derin bir öngörüye sahiptir. Nitekim Holmes fotoğrafı ele geçiremez ve ünlü dedektifin en başarılı planları, bir kadının zekasına mağlup olur. Ne var ki Bohemya Kralı’nın endişe duyduğu tehlike ortadan kalkmıştır, buna şüphe yoktur. Bohemya Kralı Holmes’ü nasıl ödüllendirebileceğini sorduğunda Holmes sadece Irene Adler’ın fotoğrafını ister. Bu vakadan sonra Watson, Holmes’ün eskiden kadınların zekasıyla dalga geçtiğini ancak son zamanlarda bunu yaptığını duymadığını söyler. İlerleyen dönemlerde Holmes ne zaman Irene Adler’dan ya da onun fotoğrafından bahsetse her zaman o onurlu unvanı kullanır ve onun için “kadın” der.
Holmes’ün gözünde Irene Adler, kendi hemcinslerinin tamamından daha üstündür. Holmes, Adler için aşka benzer duygular beslemez. Dedektifin soğuk, keskin ama dengeli zihni için tüm duygular ve özellikle de o duygu yani aşk duygusu neredeyse iğrenç bir şeydir. Watson’ın söylediğine göre Holmes, “İnce duygulardan bahsederken alay edip onları küçümsemeden edemez. Bunlara bir gözlemci olarak saygı duyar, duygular, erkekleri motive eden şeylerin ve eylemlerin üstündeki örtüyü çekmek için mükemmel birer araçtır.”
Holmes’e göre, eğitimli bir akıl yürütücünün kendi narin ve incelikle ayarlanmış ruh halini ihlal eden böylesi şeyleri içeriye buyur etmesi, ulaştığı tüm zihinsel sonuçları şüpheli hale getirebilecek dikkat dağıtıcı bir etken olurdu. Holmes açısından hassas bir müzik aletinin gıcırdaması veya büyüteçlerindeki bir çatlak bundan daha rahatsız edici olamazdı. Ama yine de onun için tek bir kadın vardı ve bu kadın da şüphe uyandıran ve güvenilmez Irene Adler’dı.
Sherlock Holmes ve Profesör Moriarty
“O, suçun Napoléon’u, Watson.”
Sherlock Holmes, Son Muamma
Sherlock Holmes’ün baş düşmanı, bir suç dehasına dönüşen eski matematik profesörü James Moriarty, sadece iki hikâyede okurların karşısına çıkar fakat buna rağmen Holmes kanonunda karşılaştığımız en tehlikeli suçlulardan biridir. Son Muamma isimli hikâyede Moriarty, başında olduğu suç örgütüne darbe indirmeye hazırlanan Holmes’ün peşine düşer. Bu kovalamaca Reichenbach Şelaleleri’ne kadar ulaşır. Holmes ve Moriarty arasında geçen mücadelenin ardından ikisi de şelaleden aşağı düşerek hayatını kaybeder. (Conan Doyle bundan on sene sonra Holmes’ün aslında ölmediğini okurlarla paylaşacaktır).
Moriarty’yle karşılaştığımız bir diğer hikâye de Korku Vadisi’dir. Bu hikâye, Son Muamma hikayesinde gerçekleşen olaylardan önce gerçekleşen vakayı ele alır fakat Son Muamma’dan sonra yayımlanmıştır. Moriarty ve Holmes bu hikâyede karşı karşıya gelmez; ünlü dedektif Moriarty’nin adamları tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan bir cinayeti engellemeye çalışır.
Sherlock Holmes’ün söylediğine göre Profesör Moriarty’nin oldukça sıra dışı bir kariyeri vardır. Köklü bir aileden gelen Moriarty eksiksiz bir eğitim almış ve müthiş bir matematik yeteneğiyle kutsanmıştır. Henüz 21 yaşındayken binom açılımı üzerine yazdığı tezle Avrupa’da büyük yankı uyandırır. Bu olayın neticesinde bir üniversitenin matematik kürsüsünün başına geçer ve parlak kariyerinin tadını çıkarır. Ne var ki Moriarty şeytani denecek cinsten kalıtsal eğilimlere sahiptir. Olağanüstü zekâsı ve kötülüğe yatkın zihin yapısı birleşince ortaya bir suç dehası çıkar. Görev yaptığı üniversitenin bulunduğu kasabada da dedikoduların çıkması üzerine kürsüden istifa edip Londra’ya gelir ve burada öğrencileri askeri okul sınavlarına hazırlayan bir ordu hocası olarak çalışmaya başlar.

Bunlar, Moriarty hakkında alenen bilinen gerçeklerdir. Büyük dedektifin tanıdığı Moriarty’i ise Son Muamma’da sarf ettiği cümleleriyle anlayabiliriz: “O suç dünyasının Napoléon’u, Watson. Bu koca şehirdeki tüm kötülüklerin yarısının ve fark edilmeyenlerin neredeyse hepsinin arkasındaki adam o. O bir dâhi, bir filozof, bir soyut düşünür… Parmağını çok az kıpırdatıyor. Yalnızca plan yapıyor. Ama adına çalışan çok çeşitli ve organize aracıları var. Bir suç mu işlenecek, bir evrak mı çalınacak, bir ev mi soyulacak, biri mi temizlenecek – profesörün kulağına bir laf çıtlatılıyor ve hemen örgütlenilip mesele çözülüyor. Aracı yakalanabilir. Bu durumda kefaleti ya da savunması için para bulunuyor. Ama aracıyı kullanan merkezi güç asla yakayı ele vermiyor – ondan şüphe dahi edilmiyor. İşte ortaya çıkardığım organizasyon buydu Watson; tüm enerjimi sarf ederek dağıtmaya çabaladığım organizasyon bu.”
Moriarty aslında Sherlock Holmes’ün aynasıdır. İki karakter de yüksek bir dehaya sahiptir, becerikli ve zekidirler. Yaptıkları her şeyi hayatın sıkıcılığından kurtulmak için yaparlar. Ne var ki Holmes suçla savaşan bir dedektifken Moriarty suçlunun ta kendisidir. Bunun yanı sıra Arthur Conan Doyle’un Moriarty karakterini, Sherlock Holmes’ten kurtuluşuna bir aracı olarak yarattığı çoğu eleştirmen tarafından kabul edilen bir gerçektir. Yazar, ünlü dedektife hak ettiği vedayı bahşetmek istemiştir belki de. En nihayetinde, Holmes ve Moriarty karakterleri arasındaki çatışma büyük dedektifin bir suçluyu alt etmek için canı pahasına çabalayacağının göstergesidir.
Sherlock Holmes ve Mycroft Holmes
“Diğer tüm insanların bir uzmanlık alanı vardır ancak onun uzmanlığı her şeyi bilmektir.”
Sherlock Holmes, Bruce-Partington Planları
Sherlock Holmes’ün kendisinden yedi yaş büyük ağabeyi, Mycroft Holmes, Holmes kanonunda yalnızca üç öyküde okurların karşısına çıkar: Yunan Tercüman, Boş Ev Macerası ve Bruce-Partington Planları. Buna rağmen Holmes’ün hayatındaki en önemli karakterlerden biridir. Sherlock’un söylediğine göre Mycroft Holmes, “Dünya üzerindeki en derli toplu, en düzenli ve veri kaydetmek için en yüksek kapasiteli zihne sahiptir.” Sherlock’tan daha güçlü gözlem ve çıkarım yapabilme yeteneğiyle donanmıştır fakat dedektifin enerjisi ve kafa yapısı bu yetilerini daha etkili bir şekilde kullanmasına yardımcı olur.
Sherlock’a göre ağabeyinin enerjisi düşüktür, hırsı yetersizdir. Mycroft yetilerine fiziksel güç eklemekte eksik kalır. Kendi bulduğu çözümleri doğrulamak için bile kılını kıpırdatmaz; haklı olduğunu kanıtlamaktansa insanların yanıldığını sanmasını yeğler. Holmes için geçim kaynağı olan dedektiflik mesleği ve bunun bir uzantısı olan mantıksal çıkarım, Mycroft için yalnızca amatörce bir hobidir.
Mycroft özellikle de rakamlar konusunda olağanüstü bir dehaya sahiptir. Holmes’ün söylediğine göre belli başlı devlet dairelerinin muhasebe defterlerini denetler. Bazı eleştirmenler Mycroft Holmes’ün İngiliz hükümetinin Gizli İstihbarat Servisi’nin başında olduğunu ve kimliğinin hükümet tarafından dikkatle gizlendiğini iddia eder. Sherlock Holmes de Bruce-Partington Planları hikayesinde Watson’a Mycroft’un bazen bizzat İngiliz hükümetinin kendisi olduğunu söyler.

Mycroft fiziksel olarak Sherlock’tan daha iri yarı ve topludur. Suratı da geniş ve büyüktür fakat ifadesi keskindir, gözlerinde zekasını kodlayan bir parıltı vardır. Göz rengi buğulu ve açık gri olarak tasvir edilir. Kaşları, derin bakışlı gözlerini öne çıkarır, böylece Mycroft her daim gözlem yapıyormuş gibi görünür. Watson’ın söylediğine göre Sherlock’ta yalnızca tüm gücünü kullandığı anlarda ortaya çıkan o uzak, insanın içini gören bakışlara Mycroft her daim sahiptir. O kadar ki Mycroft’la ilk defa tanışan bir insanın o koca bedeni unuttuğu ve sonsuza dek o yüz ifadesini, zihinsel yetilerini kodlayan o keskin ifadeyi hatırladığı söylenir.
Bazı eleştirmenler Holmes ile ağabeyinin sevgisiz ebeveynler tarafından yetiştirilmiş olabileceklerini ya da ayrı evlerde büyümüş olabileceklerini iddia eder. İki kardeşin de arkadaşsız, bekar ve anti sosyal olmalarının bu iddialarını desteklediğini düşünürler. Nitekim Mycroft Holmes, Sherlock Holmes’ün “acayip” olarak adlandırdığı Diyojen Kulübü’nün kurucularından biridir. Çekingen ya da insancıl olmayan kişilerin rahat koltuklarda oturup güncel mecmuaları okudukları, tüm üyelerinin birbirini görmezden gelmek zorunda olduğu bir kulüptür bu. İki kardeş bazen birlikte kulübün cumbasına, pencerenin önüne oturur ve yoldan geçmekte olan insanlarla ilgili keyifle çıkarımlarda bulunur.
Sherlock Holmes ve Kuliner Dünyası
“Bir doktor olarak senin de bildiğin gibi sevgili Watson, sindirim sistemi beyne giden kanın çoğunu meşgul eder. Ben bir beyinim Watson… Bu nedenle düşünmem gereken tek şey de beynim.”
Sherlock Holmes, Mazarin Taşı Macerası
Sherlock Holmes’ü tanımak ya da tanımlamak için sadece yiyip içtiklerini incelemek yetmez elbette ancak her hareketini mantık çerçevesinde oluşturan büyük dedektifin gastronomik alışkanlıkları, günlük yaşamı hakkında değerli ipuçları sağlayabilir.
İlgisini çekecek bir vaka bekleyen Holmes, her anlamda karamsar bir havaya bürünür. Çünkü ona çözmesi gereken, mümkünse en karmaşık problem lazımdır. Holmes’ün zihni “durağanlığa isyan” eder, “var olmanın sıkıcı rutini”nden iğrenir. Aklında bir vaka olan Holmes ise her durumda canlı, enerjik ve tamamen olaya konsantredir. Holmes’ün görülmeyeni görme ve bilinmeyeni anlama sihri de işte böyle zamanlarda işler ve bir vakayla meşgul olduğunda ortaya çıkan insanüstü özelliklerine bir de günlerce hiçbir şey yemeden hayatına devam edebilmesi eklenir.
“Arkadaşım bu sabah kahvaltı yapmadı. Böyle yoğun zamanlarda kendisini yemekten yoksun bırakması onun en garip huylarından biriydi,” der Watson. Arkadaşının, sağlığından duyduğu endişeyi dile getirmesi üzerine her daim mantıkçı Holmes’ün cevabı şudur: “Şu an için enerjimi ve sinirsel güçlerimi sindirim için harcayamam.” Başka bir macerada sofranın ne zaman hazırlanmasını istediğini soran Bayan Hudson’a dedektifin cevabı, “yarından sonraki gün akşam yedide,”dir.

Dolayısıyla Holmes’ün “iştahının açık olması aslında başarısının göstergesidir.” Ağzı kızarmış ekmekle dolu, haylazlıktan parlayan gözleriyle yöntemleri karşısında afallayan Watson’ı izler. Özellikle kahvaltıdan zevk alır Holmes. Zaten Viktorya dönemi de sağlıklı ve doyurucu kahvaltı öğünüyle meşhurdur. Jambon, domuz pastırması, yumurta, kızarmış ekmek, kahve ya da çay. Bayan Hudson bazen köri soslu tavuk hazırlar. Holmes, Bayan Hudson’ın mutfak bilgisinin biraz sınırlı olduğunu ama bir İskoç kadınına göre çok iyi kahvaltı hazırladığını belirtir. Holmes’ün keyifli bir akşam yemeği için uygun bir arkadaş olmadığı zannedilmesin. Karmaşık dehasını tatmin eden bir çözüme ulaşmışsa istiridye ve orman tavuğu eşliğinde saatlerce ortaçağ piyeslerinden, şiirlerden, Stradivarius kemanlardan, Budizm’den ve geleceğin savaş gemilerinden bahseder. Özel bir misafiri için çulluk, sülün ve kaz ciğeri ezmeli turta hazırlatır, tabii örümcek ağlarıyla kaplı birkaç şişe şarap eşliğinde.
Holmes zevkli bir alkol tüketicisidir. Bordo şarabı eşliğinde Paganini’den bahseder, Watson’la başarılarını kutlar, bir şişe Burgonya şarabına asla hayır demez ancak hiçbir zaman aşırıya kaçmaz. Yunan Tercüman hikâyesinde büyükannesinin Fransız ressam Vernet’in kız kardeşi olduğunu söyler. Belki de damarlarında dolaşan Fransız kanı onu şarap hakkında uzman kılmıştır, kim bilir. Holmes’ün içtikleri şarapla sınırlı değildir elbette, viskiyi de çok sever. Amerikalılar viskiyi sek yudumlarken İngilizler soda ya da suyla içer. Holmes’ün tercihi de sodadan yanadır ve hatta dairesinde “gasogene” olarak bilinen bir soda makinesi vardır. Basitçe üst üste yerleştirilmiş iki cam küreden oluşan mekanizmanın alt küresinde su, üst küresinde de etkileşime girerek karbondioksit üreten tartarik asit ve sodyum bikarbonat bulunur. Oluşan gaz, alt küredeki suyu bir tüp aracılığıyla yukarı taşır.
Sherlock Holmes Stili
“Partal redingotunu bir kenara attı, heykelin üzerinden altığı robdöşambrıyla şimdi artık o eski Holmes’tü.”
John Watson, Boş Ev Macerası
Tüm zamanların en büyük kurgusal dedektifi Sherlock Holmes’ün aynı zamanda ölümsüz bir stil ikonu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Edebiyattan perdeye, beyaz perdeden ekrana, Holmes’ün giyim tarzı ve aksesuarları gerçek dünyayı etkisi altına alan trendlere imza attı. O kadar ki Conan Doyle’un yaşadığı dönemde bile Holmes’ün ismi pipo, gömlek, hatta çay ve kahve gibi ürünlerin reklamlarında kullanılıyordu. Aslında Arthur Conan Doyle’un, Sherlock Holmes’ün giyim tarzını betimlerken çok eli bol davrandığını söyleyemeyiz. Elbette hikayelerde Holmes’ün kıyafetlerine dair ipuçları okuruz fakat dedektifin ikonik tüvit ceketleri, farklı pipoları ve avcı şapkası Arthur Conan Doyle’dan çok illüstratörlerin ve film yapımcılarının hayal gücünün ürünüdür.
Sherlock Holmes denince, özellikle de okurların gözünde canlanan imajı büyük ölçüde Holmes’ün ilk illüstratörlerinden biri olan Signey Paget’a borçluyuz. Paget’in dönemin dergilerinde yayımlanan Holmes hikayelerinde yer alan çizimleri şık ve zarif bir Sherlock Holmes prototipi oluşturdu ve bu prototip sonraki dönemlerde, görsel mecralarda vücut bulan tüm Holmes’leri etkiledi.
Holmes’ün gardırobunun, her modern İngiliz centilmenin gardırobunda bulunacak kıyafetlerden oluştuğunu söylemek mümkün. Uzun pardösüsü ve şapkası, dönemin İngiltere’sinde yaşayan centilmenlerin vazgeçilmez kıyafetlerindendir. Holmes’ün en özgün kıyafetlerinden biriyse Ulster olarak bilinen, uzun, tek sıra düğmeli, kısa yakalı bir paltodur. Bu paltonun üzerine omuzlardan tutturulmuş, en fazla bele kadar inen kısa bir pelerin de vardır. Bu aslında Sherlock Holmes’e bir süper kahraman havası verir ve Holmes’ün ikonik kıyafetlerinden biri haline gelmiştir.

Sherlock Holmes özellikle de bir klasik müzik konserine ya da şık bir restoranda yemeğe giderken her Victoria dönemi centilmeni gibi redingot giyer. Evde olduğu zamanlarda ise robdöşambrları vazgeçilmezidir; Sherlock Holmes’ün açık kahverengiden mora, maviye, çeşit çeşit sabahlığı vardır. Sherlock Holmes’ü kodlayan, “deerstalker hat” olarak bilinen avcı şapkası ise Holmes kanonunda adı geçen bir şapka değildir. Büyük dedektifin ünlü şapkası, Doyle’un kulak hizasında kanatları olan bir seyahat şapkası tasvirinden doğar, Sidney Paget’in hayal gücüyle şekillenir ve günümüze kadar gelir.
Holmes’ün kıyafetlerinden bahsederken, dedektifin ne kadar iyi bir kılık değiştirme ustası olduğunu atlamamak gerekir. Bohemya’da Skandal hikayesinde Holmes, sarhoş görünümlü, saçları alan talan, uzun favorili, öfkeli suratlı, rezil kıyafetler içinde bir seyis olarak Watson’ın karşısına çıkar. Holmes sonrasında yatak odasına kaybolur ve beş dakika içinde tüvit takım elbise giymiş saygın bir kılıkla ortaya çıkar. Başka bir zaman, geniş siyah şapkası, bol pantolonu, beyaz kravatı, sempatik gülümsemesi ve meraklı görüntüsüyle bir Anglikan papazı kılığına bürünür. Holmes sadece kostümünü değil, ifadesini, tavrını ve ruhunu da kılığına girdiği her yeni rolle birlikte değiştirir. Tüm bunlara şahit olduktan sonra, “Kendisi suç alanında uzmanlaştığında bilim dünyası zeki bir akıl yürütücüyü, sahne alemiyse iyi bir oyuncuyu kaybetmiştir,” der Watson.
Sinemada Sherlock Holmes
“Maddi ya da mistik, her konudaki ustalığını kıskanıyordum…kendi tarzında bir tür tanrıydı, kendi tasarladığı ve yarattığı Anglo-Sakson bir Olimpos'un üzerinde oturuyordu! Evet, bu konuda hiç şüphe yoktu, Holmes bana akut bir aşağılık kompleksi bahşetmişti!”
Basil Rathbone, In and Out of Character
İki yüzden fazla film ve dizide, yetmişten fazla aktör tarafından canlandırılan Sherlock Holmes, beyaz perdeye ve ekrana en çok uyarlanan kurgusal insan karakter olarak tarihe geçti. Nitekim yıllar boyunca da her bir yapımcı Sherlock’un maceralarını, alışılmadık karakterini ve çıkarımsal muhakeme tekniklerini farklı yorumlarla görsel mecralara taşıdı. Her bir yönetmenin biçimsel ve sinematik seçimleri, sadece hikâyenin değil aynı zamanda ana karakterin ve karakterin düşünce şeklinin algılanma biçimini de etkiledi.
Sherlock Holmes hikayelerinin görsel ve işitsel mecralara uyarlanması 1893 yılında başladı. Bir Holmes parodisi olan Under the Clock isimli oyun, Londra’daki Royal Court Tiyatrosu’nda doksan iki defa izleyicilerle buluştu. 1899 yılında, Amerikalı oyuncu William Gillette, Sherlock Holmes isimli oldukça başarılı oyunlarda defalarca ünlü dedektifi canlandırdı. Sherlock Holmes’ün beyaz perdeye taşınmasıysa 1900 yılında gerçekleşti. Sherlock Holmes Baffled isimli kırk dokuz saniyelik kısa bir filmde ünlü dedektif izleyicilerin karşısına çıktı.
İlk uzun metraj Sherlock Holmes filmi 1916’da izleyicilerle buluştu. Bohemya’da Skandal, Son Muamma ve Kızıl Soruşturma hikayelerinden uyarlanan Sherlock Holmes isimli sessiz filmde Amerikalı oyuncu William Gillette tekrar ünlü dedektif olarak izleyicilerin karşısına çıktı. Sinemanın sesli dönemindeyse Arthur Wontner 1930 – 1936 yılları arasında çekilen beş filmde ünlü dedektifi canlandırdı. Wontner’in Holmes performansı büyük beğeni toplamıştı, çoğu eleştirmene ve izleyiciye göre Holmes gerçekten perdede hayat bulmuştu. 1939’da Holmes’ü canlandırma bayrağını ünlü oyuncu Basil Rathbone devraldı ve Victoria Dönemi’nde geçen ilk Holmes filmi olan The Hound of Baskervilles’te ünlü dedektif olarak karşımıza çıktı. Nigel Bruce’un da Doktor Watson’ı canlandırdığı bu film, büyük beğeni topladı. Oyuncular ve canlandırdıkları karakterler arasında muhteşem bir uyum vardı. Bu filmden kısa süre sonra The Adventures of Sherlock Holmes izleyicilerle buluştu. Rathbone ve Bruce ikilisi 1946 yılına kadar on iki filmde daha Holmes ve Watson’ı canlandırmaya devam etti, ne var ki bu filmler Victoria Dönemi’nde değil, çağdaş dönemde geçiyordu.

Holmes, Victoria Çağı’na 1959 tarihli, ilk renkli Holmes filmi olan, Peter Cushing’in rol aldığı The Hound of the Baskervilles’le geri döndü. 1965’te John Neville ve Donald Houston’un Holmes ve Watson rolünde yer aldığı A Study in Terror, Holmes ve Karındeşen Jack’i bir araya getiriyor ve Holmes ve Watson arasında oldukça sıcak ve inanılır bir ilişki resmediyordu. Holmes uyarlamaları modern zamanlara geldiğimizde de hız kesmedi. 1988 tarihli komedi filmi Without A Clue’da usta oyuncu Michael Caine, Holmes olarak karşımıza çıktı. Ben Kingsley ise Watson’ı canlandırıyordu. İngiliz yapımı bu komedi filmi, Sherlock Holmes’ü Doktor Watson tarafından tutulmuş bir aktör olarak resmediyordu. Holmes’ün ünü sonraki dönemlerde televizyona da sıçradı elbette. 1983 yılında televizyon için iki başarılı film, The Sign of Four ve The Hound of Baskervilles çekildi. İki filmde de Ian Richardson, Holmes rolündeydi.
2000’li yıllara geldiğimizde, ünlü dedektif başarılı yönetmen Guy Ritchie tarafından beyaz perdeye taşındı. Ünlü oyuncular Robert Downey Jr. ve Jude Law’un, Holmes ve Watson’ı canlandırdığı filmler 19. yüzyılda geçiyor ve özellikle de aksiyon sahneleriyle öne çıkıyordu.
Televizyonda Sherlock Holmes
“Holmes, şimdiye kadar canlandırdığım en zor karakter. Hamlet’ten veya Macbeth'ten bile daha zor."
Jeremy Brett
Televizyonda izleyicilerle buluşan ilk Sherlock Holmes uyarlamalarından biri, 1954 – 1955 yılları arasında ekranlara gelen, 39 bölümlük The Adventure of Sherlock Holmes isimli seriydi. Ronald Howard, Sherlock Holmes; Howard Marion Crawford ise Doktor Watson rolündeydi. İki oyuncu arasındaki kimya diziyi oldukça başarılı kılmıştı. İlk renkli Sherlock Holmes filminde ünlü dedektifi canlandıran Peter Cushing, BBC’nin 1968’de çektiği 17 bölümlük Sir Arthur Conan Doyle’s Sherlock Holmes isimli seride Holmes olarak ekranlara geri döndü. Cushing’in belirgin ve kemikli bir yüz yapısı vardı ve bu da onu Holmes rolü için biçilmiş bir kaftan yapıyordu. 1979 – 1980 yılları arasında Polonya - İngiltere ortak yapımı Sherlock Holmes and Doctor Watson isimli 24 bölümlük dizide Geoffrey Whitehead, Sherlock Holmes’ü Donald Pickering de Doktor Watson’ı canlandırıyordu. Whitehead’in performansı bazı eleştirmenlere göre Holmes’ü fazla merhametsiz ve insanlıktan uzak bir karakter olarak konumlandırmıştı.
Tabii Sherlock Holmes’ün ünü dünyaya yayılmıştı ve uluslararası yapımlarda da dedektifi görmek mümkündü. Sherlock Holmes ve Doktor Watson’ın maceralarının en önemli dış yapımlarından biri, Sovyet yapımı, beş adet seksen dakikalık bölümlerden oluşan, 1976 – 1986 yılları arasında ekranlara gelen The Adventures of Sherlock Holmes and Dr. Watson isimli diziydi. Holmes’ü canlandıran Rus aktör Vasily Livanov’un performansı, çoğu eleştirmen tarafından mükemmele yakın olarak tasvir edildi. Livanov’un yakın arkadaşı Vitaly Solomins’in de Doktor Watson rolüne seçilmesiyle birlikte ikili unutulmaz bir performansa imza attı. Arthur Conan Doyle hikayelerinin ekrandaki en başarılı uyarlamalarından birine 1984 yılında Birleşik Krallık’taki Granada Televizyonu imza attı. Tüm zamanların en iyi Sherlock Holmes’lerinden biri kabul edilen İngiliz oyuncu Jeremy Brett, 44 muhteşem bölüm boyunca ünlü dedektifi canlandırdı. Doktor Watson’ı ise ilk 13 bölümde David Burke, sonraki bölümlerde ise Edward Hardwicke canlandırıyordu.

Holmes’ün günümüz izleyicilerine daha çok hitap eden modern uyarlamaları da var elbette. Amerikan CBS kanalı 2012’de Doyle hikayelerinin modern bir uyarlaması olan Elementary isimli diziye imza attı. Jonny Lee Miller’ın canlandırdığı Sherlock, karakterle ilgili yeni detaylar sunuyordu. Elementary’nin önceki yapımlarla ayrıştığı yer ise, Doktor Watson ve Moriarty karakterlerini iki güçlü kadın olarak izleyicilerle buluşturmasıydı. Joan Watson ismini alan, Lucy Lui tarafından canlandırılan doktor, orijinal hikayelerdeki Watson karakterinin kadın olduğuna inanan Holmes hayranlarının beğenisini topladı.
Holmes’ün vakaları çözme ve çıkarım sürecini, izleyiciyi de bu sürece dahil ederek ekrana aktaran en başarılı yapımlardan biri, BBC yapımı Sherlock isimli diziydi. Dizi, 19. yüzyıl Londra’sında geçen hikayelerin modern bir uyarlamasıydı dolayısıyla hem karakterler hem de hikâye günümüz dünyasına hitap edecek şekilde güncellendi. Benedict Cumberbatch’in canlandırdığı postmodern Holmes, uzun paltosu ve atkısıyla alternatif ve akılda kalıcı bir Sherlock Holmes imajına imza attı. John Watson’ı canlandıran Martin Freeman ise tüm zamanların en iyi Watson’larından biri olarak tarihe geçti.



Yorumlar