Andrew Garfield, Guillermo Del Toro Filminde Frankenstein'ın Canavarı'nı Canlandıracak
- Fulya Turhan

- 7 Mar 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Mar 2023
Andrew Garfield, Guillermo del Toro'nun Frankenstein yorumunda, Frankenstein'ın Canavarı olarak karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Filmde doktor Victor Frankenstein'ı ise Oscar Isaac canlandıracak. Film projesi, Guillermo del Toro'nun Netflix ile imzaladığı genel anlaşmanın bir parçası olarak geliştiriliyor. Giant Freakin Robot, heyecan verici bu haberi güvenilir kaynaklardan edindiğini iddia ediyor.
Oscar ödüllü Guillermo del Toro'nun filmi, Mary Shelley'nin 1818 tarihli Frankenstein; or, The Modern Prometheus romanının doğrudan bir uyarlaması mı olacak yoksa yıllar içinde izlediğimiz birçok Frankenstein filmi ve dizisi gibi tamamen farklı bir versiyon mu sunulacak, henüz kesin bir bilgi yok.

Andrew Garfield ve Guillermo del Toro'nun Netflix ile hali hazırda sıcak bir ilişkisi var. İkilinin Frankenstein projesiyle bir araya gelmesi son derece mantıklı görünüyor. del Toro, son iki projesini (Guillermo del Toro’s Cabinet of Curiosities ve Pinokyo'nun stop-motion uyarlaması) Netflix için geliştirmişti. İki proje de izleyicilerden ve eleştirmenlerde olumlu yorumlar aldı.
Andrew Garfield da Spider Man'den sonraki süreçlerde Netflix'le sıkı bir ilişiki içine girmişti. Garfield 2021'de Lin-Manuel Miranda tarafından yönetilen biyografik müzikal tick, tick…BOOM!'da oyun yazarı Jonathan Larson'ı canlandırdı. Bu rol başarılı oyuncuya bir Altın Küre galibiyeti ve bir Akademi Ödülü adaylığı kazandırdı. Andrew Garfield şu sıralar tartışmalı milyarder Richard Branson'ı canlandıracağı Hot Air filminin çalışmalarına devam ediyor.

Guillermo del Toro, Oscar Isaac ve Andrew Garfield'ın bir Frankenstein filmi üzerinde işbirliği yapma fikri beni son derece heyecanlandırdı açıkçası. del Toro geçtiğimiz günlerde Kazuo Ishigoro'nun The Buried Giant adlı romanının bir stop-motion uyarlaması üzerinde çalıştığını duyurmuştu. Andrew Garfield'lı Frankenstein muhtemelen bundan bir sonraki proje olacak. Ancak, del Toro'nun birçok defa duyurduğu ve aslında gerçekleşmeyen projeleri olduğu da üzücü bir gerçek. del Toro aslında 2014'ten beri Frankenstein üzerinde çalışmak istediğini dile getiriyor, umarız bu proje gerçekleşmeyen projeler arasına girmez. Merakla bekliyoruz...
Bu noktada bir detaydan daha bahsetmekte fayda var. Frankenstein romanı kamu kullanımına açık. Ne var ki Frankenstein'ın Canavarı imajı büyük ölçüde Universal Pictures'ın boynunda cıvatalar olan hantal versiyonuna (şahane Boris Karloff canlandırıyordu) dayanıyor. Bu yüzden Garfield, Isaac ve Del Toro'nun tüm zamanların en ünlü canavarlarından birini görsel olarak nasıl yorumlayacaklarını görmek ilginç olacak.
Boris Karloff ve Frankenstein'ın Canavarı
Evet, bugüne kadar Mary Shelley'nin gotik hikayesinin konu edildiği birçok film ve dizi hayata geçti. Dr. Frankenstein'ın yarı ölümsüz yaratığını tasvir edenler arasında (Lon Chaney Jnr, Bela Lugosi ve Glenn Strange) Boris Karloff her zaman öne çıktı. Karloff'un Frankenstein'ın canavarını inanılmaz derecede savunmasız ve insancıl bir şekilde tasvir edebilmesi, bugün bile korku hayranlarını şaşırtmaya devam ediyor.

1931 yapımı Frankenstein filmi, tüm zamanların en büyük korku filmlerinden biri olmanın yanında, sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olarak anılıyor ve bunu çok hak ediyor. James Whale'in yönetmen koltuğunda oturması filmi önemli kılan detaylarından biri elbette. Ancak bu film sinema tarihine damgasını Frankenstein'ın canavarını canlandıran Boris Karloff sayesinde vurdu. Frankesntein'ın görsel evreni, Boris Karloff'a çok şey borçu.
Frankenstein'ın Canavarı'nın popüler kültür hafızasında yer eden imajı, Boris Karloff'un Jack P. Pierce tarafından tasarlanan ve uygulanan makyajla izleyicilerin karşısına çıktığı 1931 yapımı Frankenstein filmindeki tasvirinden kaynaklanıyor. Canvar'ın boynundaki büyük cıvataları Pierce icat etmişti çünkü Frankenstein'ın canavarı canlandırmak için elektrik kullanması gerekiyordu. Pierce ayrıca Karloff'un ceketlerini kısalttı ve kol ve bacaklarının uzun ve şiş görünmesini sağladı. Canavar'ın köşeli kafa detayları pamuk, kolodyum ve sakızla yapıldı. Canavar'ın göz kapaklarını kalın ve ağır yapmak Karloff'un fikriydi. Yüzünün bir tarafında bir girinti oluşturmak için kendi takma dişlerinden bazılarını söktürdü.

Sonrasında Lon Chaney Jr., Bela Lugosi ve Glenn Strange de Universal Studios'un başka Frankenstein filmlerinde canavarı canlandırdılar. Ne var ki bu aktörlerin makyajları genellikle Boris Karloff'a uygulanan makyajı kopyalamaktan öteye gidemedi. Boris Karloff'un Frankenstein'ın Canavarı tasvirinin hakları şu anda kızının şirketi olan Karloff Enterprises'a ait.

Boris Karloff, her gün dört saat boyunca Pierce'in makyajı uygulamasını bekledi. Karloff, Frankenstein filmlerinden sonra sırtından üç kez ameliyat olmak zorunda kaldı ve hayatının geri kalanında kronik sırt ağrısı çekti. Bunun sebeplerinden biri, Dr. Frankenstein'ı canlandıran Colin Clive'ı merdivenlerden yukarı taşımasıydı. Başka birçok oyuncuyu da kucağında taşıdığına şahit olduk. Karloff'un sağlık sorunları filmde o sert görünümü elde edebilmek için takmak zorunda kaldığı büyük, ağır askıdan ve giymek zorunda olduğu çok kalın tabanlı botlardan da kaynaklanıyordu. Canavara özgü bir görsellik yaratmak için göz kapaklarına takılan ağırlıklara kadar, sette büyük fiziksel zorluklara dayanmak zorunda kaldı Karloff. Nitekim Boris Karloff'tan daha iyisi henüz çıkmadı.

Ünlü oyuncunun sinema dünyasına katkılarından da bahsetmekte fayda var. Screen Actors Guild'in kurucu üyelerinden biri olan Karloff, genç sinema oyuncularını ve onların haklarını korumak sürekli çaba sarf etti. Oyuncuların büyük yapım şirketlerine karşı mağduriyetlerini dile getirebilecekleri güvenli bir alan yaratmaya çalıştı.
Frankenstein Nedir, Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
1815 yılının Nisan ayında, Endonezya’da bulunan Tambora Yanardağı bir takım güçlü
volkanik aktiviteler gösterdikten yaklaşık 4 ay sonra büyük bir şiddetle patladı. İnsanlık
tarihini en büyük volkanik patlaması, binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve sonu kıtlığa
varacak kadar büyük iklim değişikliklerine sebep oldu. Tambora Yanardağı atmosfere o kadar
çok kül ve ufak taş parçacıkları saldı ki, gökyüzü karanlığa büründü ve güneş tamamen
ortadan kayboldu. Bunu izleyen aylar içinde, atmosfere salınan daha hafif maddeler
stratosfere kadar ulaştı ve kuzey Avrupa, ABD’nin kuzeydoğusu ve Kanada dört mevsim
boyunca dondurucu kış soğuklarına maruz kaldı.

Bu ıslak ve soğuk yaz döneminde, arkadaşlarıyla Cenevre’de tatilde olan Mary Shelley, Percy
Shelley ve Lord Byron, hava koşulları nedeniyle neredeyse hiç dışarı çıkamadı ve zamanlarını
okuyarak, yazarak ve dönemin bilimsel keşiflerini ve felsefi akımlarını tartışarak geçirdiler.
Doğa, Mary Shelley gibi Romantiklerin “doğaya dönüş” felsefelerini dehşet verici bir şekilde
desteklerken, Aydınlanma Çağı’nın bilim üzerine yaptığı vurgu devam ediyor ve Giovanni
Aldini gibi bilim adamları kadavralara elektroşok uygulayarak onları yeniden hayata
döndürmeye çalışıyordu. Bu tuhaf doğa olayını ve sonuçlarını bizzat yaşayan yazarlar,
Romantizm akımının ana damarlarından olan korku, dehşet ve tekinsizlik temalarını
odaklarına alarak birbirlerine hayalet hikayeleri anlatmaya ve hayal güçlerinin sınırlarını
zorlamaya koyuldular. Bu gecenin sonunda dehşet verici bir rüya gördüğünü anlatan Mary
Shelley, ertesi gün Frankenstein’ı yazmaya başladı.

Roman ilk yayınlandığında edebiyat dünyasında birçok farklı açıdan büyük yankılar uyandırdı
elbette. Üstelik, eser ilk baskısında isimsiz olarak yayınlanmıştı dolayısıyla okurların ve
eleştirmenlerin çoğu yazarın erkek olduğunu varsaymışlardı. Yazarın kadın olduğu
öğrenildikten sonra, eleştirilerin ana fikri ve odak noktası da değişecekti. Ancak yazarının
kimliğinden arınmış bir şekilde sahneye çıkan romanın tartışılacak, eleştirilecek ve
beğenilecek birçok noktası vardı ve edebiyat tarihine damga vuracak bir eser haline geleceği
aşikardı. Roman, insan elinden çıkma bir felaketi ve onun sonuçlarını resmediyor ve bunu
insan doğasını anlayabilmek için irdeliyordu. Mary Shelley bir dizi olağanüstü ve olasılıksız
olaylar dizisi kaleme almış ve bunların normal bireyler üzerindeki olası etkilerini ele almıştı.
Bazı eleştirmenler bu bilimkurgu ya da korku romanını herhangi ahlaki bir mesajı ya da
öğretici bir tarafı olmadığı nedeniyle eleştirmişlerdi. Ancak tam aksine, Shelley romanında
insanlığı ilgilendiren derin soruları tartıştırmış ve okurun hayal gücünü yönlendirerek bu
soruları cevaplamaya çalışmıştı.
Son zamanların bilimsel ve teknolojik gelişmelerinin insanoğlu üzerindeki etkisi ve insanlık
için önemi en az 50 senedir sorulan soruların başında geliyordu aslında. Bilim, ahlaki bir
arınmaya yol açıyor muydu? Yaşamı daha iyi bir noktaya getiriyor muydu? Frankenstein
yayınlanmadan neredeyse 70 yıl önce, Jean-Jacques Rousseau benzer bir soruyla okuduğu bir dergide karşılaşmış ve bu gizemi cevaplamaya çalışmıştı. Rousseau’nun sunduğu önermeler Mary Shelley üzerinde önemli bir etki bırakmış ve romanın omurgasını oluşturan fikirleri şekillendirmişti.



Yorumlar